Foruma hoş geldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

  • İnceleyenler Kulübü'nde her konuda deneyimlerinizi paylaşabilirsiniz. Bu sayede "Bilinçli Tüketici Toplumu" oluşturma hedefimize katkı sağlayabilirsiniz. :)
  • inceleriz.com üzerinden inceleme ve haberlere ulaşabilirsiniz.

Sohbet ŞAKALAR,CİDDİLİ ŞEYLER,FIKRALAR,ANILAR,HİKAYELER...

  • Konuyu Başlatan Konuyu Başlatan KODEM
  • Başlangıç tarihi Başlangıç tarihi
Kartalların ve leyleklerin savaşı
İçinizde bu olayı duyan oldu mu?
==============
Haziran, 1934
Uludağ zirvelerinden inen 6 kartal, Bursa Orhangazi'de bir leylek yuvasına saldırdı.Anne ve baba leylekleri öldürüp, 4 yavruyu kaçırdılar.
Aradan bir kaç gün geçti...
Yine bir grup kartal, yine Orhangazi'de başka bir leylek yuvasına saldırdı.
Ancak bu kez yuva boştu.Nasıl haberleştiler ise, leylekler yavrularını güvenli bir yere gizlemişti.
Sonra her yerden haberler gelmeye başladı.
Kartallar gruplar halinde leylek yuvalarına saldırıyordu.
Bir kaç gün sonra ülkenin dört yanından Bursa, Aydın ve Trakya'ya yüzlerce
leylek akın etti.Aynı şekilde kartallar da toplanıyordu. İnsanlar çevrelerinde leylek ve kartal sayısının olağanüstü arttığının farkındaydı.
Gökyüzünde bir hareketlenme vardı.
Bir şeyler oluyordu.
Bu kuşlar neden toplanıyordu?
Bu neyin habercisiydi?
Leyleklerin ve kartalların toplanması iki ay sürdü.
Ağustos ...
Aydın'da Menderes deltasında inanılmaz bir savaş başladı.
Havada amansız bir mücadele vardı.
Bir tarafta leylekler, diğer tarafta kartallar.
Halk başı yukarıda bu savaşı izliyordu.
Kartallar güçlü pençeleriyle, leylekler de uzun gagalarıyla savaşıyordu.İnsanların gönlü leyleklerden yanaydı.Köylüler yaralanıp yere inen leylekleri tedavi etmeye çalışıyorlardı.
Nineler yaralı leyleklerin başında dua ediyordu.
Hatta Kızılay'ı göreve çağıranlar bile oluyordu.
Kimileri ağaçlara tırmanıyor, yuvalardaki yavru leyleklere yiyecek ulaştırıyordu.
Ülkenin genelkurmay başkanı Mareşal Fevzi Çakmak'ın bu savaşa müdahale etmesini isteyenler bile vardı.
Ama günler geçiyor, savaş sürüyordu.
İki taraf da kayıplar veriyordu.
Daha da ilginci hem leyleklere, hem de kartallara ülkenin değişik yerlerinden sürüler halinde takviye geliyordu.
Bu savaşı kim kazanacak?
Kartallar güçlüydü ama leylekler sayıca üstündü. Üstelik daha organize idiler. Genç leylekler kartalları yoruyor, tecrübeli yaşlılar ise
yorulan kartala öldürücü gagayı vuruyordu.
Ayrıca insanların yardımı nedeniyle leylekler yerleşim birimlerine yakın bölgelerde savaşıyordu.
Kartalların savaşı ormanlık, dağlık alanlara çekmesine izin vermiyorlardı.
Her yerden ölü ve yaralı haberleri geliyordu.
Sayıları yüzlerle ifade ediliyordu.
Neyse ki günler sonra savaş bitti.
Kazanan sayıca üstün olan leyleklerdi.
Kartallar bölgeyi terk etmek zorunda kalmıştı..
1934 yılında yüzlerce insanın izlediği pek çok gazeteye konu olmuş bir savaş bu.
O günlerde Türkiye'deki New York Times gazetesinin muhabirinin Amerika'ya bu haberi geçtiği söylenir.
Derler ki, leyleklerin ve kartalların savaşı bir kaç yıl sonra Kara Harp Okulu'nda havacılık dersinde işlendi.
İki tarafın savaş taktikleri öğrencilere anlatıldı.
 
Resul-i Ekrem (a.s.m)’ın Hz.Ali’ye nasihatı:

Şu altı nasihata uyarsan altıyüzbin nasihata uymuş olursun.

1- Herkes nafilelerle meşgul olurken sen farzları ifa et. Yani farzlardaki rükünleri, vacibleri, sünnetleri, müstehabları ifa et.
2- Herkes dünya ile meşgul olurken , sen Allahû Teâlâ’yı hatırla. İslama uygun yaşa.. İslama uygun kazan. İslama uygun harca.

3- Herkes birbirinin ayıbını araştırırken, sen kendi ayıbını ara.. kendi ayıbların ile meşgul ol.

4- Herkes dünyayı imar ederken, sen dinini imar et..
5- Herkes halka yaklaşmak için vasıta araken, halkın rızasını gözetirken, sen Hakk’ın rızasını gözet. Hakka yaklaştırıcı sebep ve vasıtaları ara…

6- Herkes çok amel işlerken sen amelinin çok olmasına değil, ihlaslı olmasına dikkat et..
 
Sekiz numaralı kutu
YILIN FIKRASI SEÇİLMİŞ
Doktorun biri
yeni bir muayenehane açmış....
Kapıya yazmış... " Vizite ücreti 100 tl
İyileştiremediğimiz hastaya beş mislini
geri veriyoruz...
" Vizite pahalı
ama,
doktor
gerçekten iyi doktor...
Her gelen
hasta iyileşip gidiyor...
Doktorun ünü
her geçen gün artıyormuş...
Uyanığın biri doktora gidecek,
iyileşmeyecek ve
beş misli parayı
geri alacak ya,
kapıyı çalmış...
"Doktor!
Ağzımın tadı hiç yok... Öyle kötüyüm ki,
hiçbir şeyin tadını alamıyorum...
" Doktor...
Adama şöyle bir bakmış,
hemşireye
seslenmiş:
"Hemşire hanım!
Sekiz numaralı kutuyu getirin"
Hemşire adama uzatmış kutuyu,
adam,
bir kaşık
içindekinden yemiş
ve anında tükürmüş...
"Ama Bu b.k!!!!!"
Doktor
sakin,
“Evet! İyileştiniz.
Tad alıyorsunuz artık..
" Adam,
parayı ödemiş
sinirleri tepesinde gitmiş...
Aradan birkaç ay geçmiş.
Büyük bir hırsla
yeniden kapısına dayanmış doktorun ..
"Doktor bey,
ben de hafıza kaybı başladı...
Herşeyi unutuyorum...!
" Doktor,
adama şöyle
bir bakmış yine, hemşireye dönmüş,
"Kızım,
sekiz numaralı kutuyu getirir misin?"
demiş.
Adam,
hemen itiraz etmiş, "Ama,
o kutuda b.k var!"...
Doktor,
“Doğru!
Bakın,
hafızanız da
yerine geldi!....
" Adam,
ağlamaklı,
hırsla ödemiş parayı çıkmış dışarı...
Kurmuş da
kurmuş
intikam planlarını...
Birkaç ay sonra.. "Doktor!
Ben de
iktidarsızlık
başladı...
Durumum kötü,
hiçbir şey yapamıyorum...
" Doktor
adamı gözüyle
şöyle bir inceleyip,
"Hemşire hanım
sekiz Numaralı
kutuyu getirir misin" diye seslenince,
adam,
tüm hırsıyla,
"S..cem,
seni de
sekiz numaralı
kutunu da..."
diye bağırmış..
Doktor gayet sakin, "Geçmiş olsun!
Bakın artık yapabiliyorsunuz!!!!" :
Yaaaa Sekiz numaralı kutu bir açılmaya görsün açıldımı varya 17 yılın bayramı olur bu ülkede
O kutu bir açıldı mı..milletin tadı tuzu hafızası herseyi yerine gelecek..ama yetmedi galiba, milletin biraz daha b.k yemesi gerekiyor ki aklı başlarına gelsin....ş :haha :bye
 
Bu içeriği görüntülemek için üçüncü taraf çerezlerini ayarlamak üzere izninize ihtiyacımız olacak.
Daha ayrıntılı bilgi için çerezler sayfamıza bakın.
 
İnternette okumuştum. Gerçek bir olaydır.

Üniversitede hoca öğrencisine şartlı öğrenme konusunda bir ödev verir. Çocuk düşünür düşünür. Ne yapacağını bilemez. Sonra aklına şöyle bir şey gelir. Kuşlar üzerinde yapacaktır bu ödevi.

Bir kaç görevli ile görüşerek bir futbol stadyumuna giriş izni alır. Futbol sezonu tatildedir. Ödevini rahatça yerine getirebileceğini düşünür.

Yanına bir torba yem alır. Stada gider. Yemi sahanın ortasına döker. Bir de düdük alır. Ara ara düdüğü çalmaya başlar. İlk gün 3-5 kuş gelir. Yemi yer. 2. gün aynı şeyleri yapar. Kuş sayısı biraz artar. 3, gün, 4. gün derken bir ay boyunca bunu uygular. Kuşların sayısı yüzlerce hatta binlerce olur. Ödev tamamlanmıştır. Bunu hocasına yazılı olarak sunar.

Futbol sezonu başlar. İki takım sahaya çıkar. Topu santra noktasına dikerler. Hakem başlama düdüğünü çalar. O anda nereden geldiği anlaşılamayan binlerce kuş sahanın ortasına iner. Kuşları kovmak mümkün olmaz. Maç ertelenir.
 
Yıllar önce, 1980'li yılların sonları ile 1990'lı yılların başlarında radyoda 10. saat diye bir program vardı. Saat 10:00'da başlardı. Saat 12:00'de biterdi. Hiç kaçırmazdık. Mutlaka dinlerdik.

O programda gazeteci Deniz Arman araştırmalarından elde ettiği ilginç olayları anlatırdı. 2 tanesi aklımda kalmış.

Bir tanesi şu: Bir çiftçi var. Hayvanları var. Fakat hayvanlar ahırda, sıra ile numaralandırılmış bölmelerde kalıyorlar. 1-2-3-4-5 şeklinde sıralar var. Her bölmede bir hayvan kalıyor.

Derken bu ahıra bir gün yıldırım düşüyor. Adam koşa koşa ahıra geldiğinde gördüğü manzara korkunç olmakla birlikte çok ta ilginç ve inanılmazdır. Yıldırımın düşmesi ile sadece çift numaralı bölmedeki hayvanlar ölmüştür. Tek numaralı bölmedeki hayvanlara bir şey olmamıştır. Bu olayın sırrı hiç bir zaman çözülememiştir.

2. olay şöyle: Bir çiftçi hayvan pazarından bir eşek satın alır. Eşeği eve getirir. Onunla bazı çiftlik işlerini görmeye başlar. Dağdan odun getirir. Çeşmeden su getirir vs.

Hafta sonu olur. Eşeği ahırdan çıkarmaya çalışır. Eşek çıkmaz. Adam çeker. Eşek gelmez. Adam pes eder. O gün işlerini erteler. Pazar sabahı uyanır. Eşek yine aynı davranır. Bir türlü ahırdan çıkaramaz. Eşek huysuzluk yapar. Adam işlerini yine göremez.

Pazartesi sabah ahıra gider. Eşeği yularından çeker. Eşek hiç direnmeden çıkar. Salı böyle. Çarşamba, perşembe, cuma hiç direnmez. Cumartesi gelince eşek yine direnir. Çıkmaz.

Eşek tuhaf bir şekilde Cumartesi, pazar çalışmak istemez. Sahibi eşeğin cumartesi ve pazar gününü nereden bildiğini anlayamaz. Eşeği hafta sonları çalıştırmaktan vazgeçer.

Bunları Gazeteci Deniz Arman anlatmıştı. Hatta ülke ve şehir isimleri de vardı ama ben hatırlamıyorum.
 
Muammer Erkul'un yıllar önce Türkiye gazetesindeki köşesinde yazdığı komedi yazılarından bir tanesi:

Taksim'de durakta otobüs bekliyorum. Bu sırada çift katlı ve üzeri tamamen kayısı meyvaları ile kaplama yapılmış bir otobüs geldi. Yanımda duran kadının çocuğu kayısıları görünce dayanamadı. Bu otobüse binelim diye diretmeye başladı. Kayısılı, kayısılı şeklinde ağlayarak kendini yerlere atmaya çalışıyordu.

Ne aksi ki, kayısılı otobüs Bebek tarafına giderken, kadın Fatih tarafına gidecekti.

Sırada bekleyen yolcular da çocuğun böyle ağlayıp zırlamasından rahatsız olmuşlardı. Fatih'e gidecek otobüs kapılarını açmıştı. Çocuk binmek istemiyordu. Kayısılı otobüs diye diretmeye devam ediyordu. Kadının haline acıdım. Çocuğun kulağına eğilip dedim ki:

-Bu otobüsün kayısıları da içinde.

Çocuk sustu. O koca gözleriyle yüzüme baktı. Annesi ile birlikte zorluk çıkarmadan otobüse bindi. Bindikten biraz sonra çocuk otobüsün içinde tekrar yaygarayı kopardı. Ben de hızlıca bir dolmuşa binip oradan uzaklaştım.
 
Yıllar önce, 1980'li yılların sonları ile 1990'lı yılların başlarında radyoda 10. saat diye bir program vardı. Saat 10:00'da başlardı. Saat 12:00'de biterdi. Hiç kaçırmazdık. Mutlaka dinlerdik.

O programda gazeteci Deniz Arman araştırmalarından elde ettiği ilginç olayları anlatırdı. 2 tanesi aklımda kalmış.

Bir tanesi şu: Bir çiftçi var. Hayvanları var. Fakat hayvanlar ahırda, sıra ile numaralandırılmış bölmelerde kalıyorlar. 1-2-3-4-5 şeklinde sıralar var. Her bölmede bir hayvan kalıyor.

Derken bu ahıra bir gün yıldırım düşüyor. Adam koşa koşa ahıra geldiğinde gördüğü manzara korkunç olmakla birlikte çok ta ilginç ve inanılmazdır. Yıldırımın düşmesi ile sadece çift numaralı bölmedeki hayvanlar ölmüştür. Tek numaralı bölmedeki hayvanlara bir şey olmamıştır. Bu olayın sırrı hiç bir zaman çözülememiştir.

2. olay şöyle: Bir çiftçi hayvan pazarından bir eşek satın alır. Eşeği eve getirir. Onunla bazı çiftlik işlerini görmeye başlar. Dağdan odun getirir. Çeşmeden su getirir vs.

Hafta sonu olur. Eşeği ahırdan çıkarmaya çalışır. Eşek çıkmaz. Adam çeker. Eşek gelmez. Adam pes eder. O gün işlerini erteler. Pazar sabahı uyanır. Eşek yine aynı davranır. Bir türlü ahırdan çıkaramaz. Eşek huysuzluk yapar. Adam işlerini yine göremez.

Pazartesi sabah ahıra gider. Eşeği yularından çeker. Eşek hiç direnmeden çıkar. Salı böyle. Çarşamba, perşembe, cuma hiç direnmez. Cumartesi gelince eşek yine direnir. Çıkmaz.

Eşek tuhaf bir şekilde Cumartesi, pazar çalışmak istemez. Sahibi eşeğin cumartesi ve pazar gününü nereden bildiğini anlayamaz. Eşeği hafta sonları çalıştırmaktan vazgeçer.

Bunları Gazeteci Deniz Arman anlatmıştı. Hatta ülke ve şehir isimleri de vardı ama ben hatırlamıyorum.
‘‘General Motors şirketinin Pontiac marka otomobil departmanına gelen bir şikayet mektubu şu satırlardan oluşuyordu: ‘Her akşam yemekten sonra ailecek dondurma yeme alışkanlığına sahibiz. Her yemekten sonra arabayla gider marketten dondurma alırım. Geçen ay otomobilimi değiştirdim. Yeni bir Pontiac aldım ve o günden beri ne zaman vanilyalı dondurma alsam market çıkışı otomobilimi çalıştıramıyorum. Başka dondurma alırsam arabam gayet güzel çalışıyor. Neden?'
General Motors şirketi olayı önemsemiş ve bir mühendisi şikayeti araştırmak için görevlendirmiş. Mühendisin sonuç raporu ise aynen şöyle:
‘Vanilyalı dondurma hemen marketin girişindeki dolapta, diğer dondurmalar ise en arka kısımda satılmaktadır. Yani sorun vanilyalı dondurma sorunu değil, otomobil, neden sürücü kısa sürede geri dönünce çalışmıyor sorunudur. Bununu nedeni ise motor soğuduğunda devreye giren buhar kilididir. Bu kilit, normal şartlarda motor durduktan hemen sonra devreye girip çalışıyor. Çikolotalı ya da çilekli dondurma alana dek geçen süre, motorun tekrar çalışması için yeterli soğumaya imkan tanıyor. Vanilyalı dondurma alınan gecelerde ise süre kısa olduğu için motor soğuyacak vakit bulamıyor ve buhar kilidi devreye girmiyor.’’
 
Yıllar önce, 1980'li yılların sonları ile 1990'lı yılların başlarında radyoda 10. saat diye bir program vardı. Saat 10:00'da başlardı. Saat 12:00'de biterdi. Hiç kaçırmazdık. Mutlaka dinlerdik.

O programda gazeteci Deniz Arman araştırmalarından elde ettiği ilginç olayları anlatırdı. 2 tanesi aklımda kalmış.

Bir tanesi şu: Bir çiftçi var. Hayvanları var. Fakat hayvanlar ahırda, sıra ile numaralandırılmış bölmelerde kalıyorlar. 1-2-3-4-5 şeklinde sıralar var. Her bölmede bir hayvan kalıyor.

Derken bu ahıra bir gün yıldırım düşüyor. Adam koşa koşa ahıra geldiğinde gördüğü manzara korkunç olmakla birlikte çok ta ilginç ve inanılmazdır. Yıldırımın düşmesi ile sadece çift numaralı bölmedeki hayvanlar ölmüştür. Tek numaralı bölmedeki hayvanlara bir şey olmamıştır. Bu olayın sırrı hiç bir zaman çözülememiştir.

2. olay şöyle: Bir çiftçi hayvan pazarından bir eşek satın alır. Eşeği eve getirir. Onunla bazı çiftlik işlerini görmeye başlar. Dağdan odun getirir. Çeşmeden su getirir vs.

Hafta sonu olur. Eşeği ahırdan çıkarmaya çalışır. Eşek çıkmaz. Adam çeker. Eşek gelmez. Adam pes eder. O gün işlerini erteler. Pazar sabahı uyanır. Eşek yine aynı davranır. Bir türlü ahırdan çıkaramaz. Eşek huysuzluk yapar. Adam işlerini yine göremez.

Pazartesi sabah ahıra gider. Eşeği yularından çeker. Eşek hiç direnmeden çıkar. Salı böyle. Çarşamba, perşembe, cuma hiç direnmez. Cumartesi gelince eşek yine direnir. Çıkmaz.

Eşek tuhaf bir şekilde Cumartesi, pazar çalışmak istemez. Sahibi eşeğin cumartesi ve pazar gününü nereden bildiğini anlayamaz. Eşeği hafta sonları çalıştırmaktan vazgeçer.

Bunları Gazeteci Deniz Arman anlatmıştı. Hatta ülke ve şehir isimleri de vardı ama ben hatırlamıyorum.
Keşke bazı Eşşekler de sadece Cumartesi Pazar yatıp kalan günler yapmaları gereken işleri yapsalar :kiskis
 
HİÇ AKLIMIZA GELİR MİYDİ BU HUSUSLAR !
* Tarzan'ın neden sakalı yoktur?
Köse değilse, traş olmayı ormanda nasıl öğrenmiştir?
* Pillerinin bittiğini bilmemize rağmen, uzaktan kumandanın tuşlarına neden daha sert basarız?
* Bebekler 2 saatte bir uyanırken, insanlar neden rahat uyumayı
"bebekler gibi uyumak" şeklinde tanımlar?
* Nasıl oldu da uzaya gitmemiz, bavullara tekerlek koymayı akıl
ettiğimizden önce oldu?
* İnsanlar neden yüksek binalara çıkıp dürbünle aşağıya bakmak için
para verir?
* İnsanlar saati sormak için bileklerini işaret ederken, neden
tuvaletin yerini sormak için kıçlarını işaret etmezler?
* Domuzlar terlemezken, insanlar neden "Domuz gibi terledim!" derler?
* Asansör düğmesine birden fazla kez basmak asansörü daha mı hızlı getirir?
* Neden her gördüğümüz haritada hemen Türkiye'yi bulmaya çalışırız?
Millet olarak dünyada kaybolma kompleksimiz mi vardır?
* Neden öğrenciler ilköğretimin beşinci sınıfına kadar öğretmene
"öğretmenim" diye seslenirken, altıncı sınıfta bir anda "hocam" diye
seslenmeye başlarlar?
*Neden sınavlarda "4 yanlış bir doğruyu götürür" şeklinde bir uygulama ile öğrenciler cezalandırılırlar da; "4 doğru bil, bir doğru da bizden" şeklinde bir kampanya başlatılıp zekaya ve riske girme cesaretine ödül verilmez?
* Neden insanlar kapalı bir alandan yağmur yağan alana çıkınca
kafalarını eğerler? Yağmura duyulan saygıdan mıdır, yoksa ondan
tırstığımız için midir?
* Neden dükkanını kapatıp giden esnaf, kapıya "10 dakika sonra
döneceğim" yazar, ne zaman gittiğini nasıl anlarız?
* Televizyona çıkan insanlar neden kendilerini Türkiye'deki bütün
insanların izlediğini sanırlar? (Örneğin: "Şu anda 70 milyon kişi bizi
izliyor...")
* Neden bazı kızlarımız şirin bir hayvancağız gördüklerinde
"inanmıyorum!" derler? İnanılmayacak olan nedir?
* Cumartesi ve Pazartesi'nin neden kendi isimleri yoktur?
* Dolmuşlardaki fiyat tarifesinde "en kısa mesafe" neden "indi-bindi"
olarak tabir edilir? Önce inilip sonra mi binilir? Bir terslik yok
mudur?
*Bir programı kurarken neden "kabul ediyorum" ya da "kabul etmiyorum" seçenekleri vardır? O kadar parayı bayılıp bir bilgisayar programını satın aldıktan sonra "kabul etmiyorum" seçeneğini işaretleyen bir takım saf kişiler mevcut mudur?
*Bulmacalarda boru sesinin karşılığı neden hep "ti"dir? Bulmacaları
hazırlayan arkadaşlar hiç "ti" diye ses çıkaran boru görmüşler midir?
* Neden futbol takımı olan Ajax "Ayaks" diye okunur da, temizlik ürünü
Ajax "Ajaks" diye okunur?
*Neden ilanlarda "doktordan temiz araba" diye yazılır? Hipokrat
yemininde "arabamı temiz kullanacağım" şeklinde bir madde mi vardır?
Bir arabayı sadece doktorlar mı temiz kullanır?
 

Ekli dosyalar

  • daha neler.jpg
    daha neler.jpg
    103.3 KB · Görüntüleme: 2
PROF. DR. SAFFET SOLAK'DAN
UNUTULMAYAN BİR HATIRA
Tıp fakültesini yeni bitirmiş,
pratisyen hekim olarak ilk görev yaptığım yere,
Konya'ya bağlı bir beldenin sağlık ocağına gitmiştim.
Gençtim, bekardım. Küçük bir beldeydi gittiğim yer.
İlk gece bir eve misafir olmuştum.
Tren istasyonunun hemen yanında bir evdi.
Akşam yemeğinden sonra çaylarımız gelmiş, sohbetler edilmişti.
Üzerimde yol yorgunluğu,geldiğim yeni yerin yabancılığı vardı.
Saatler ilerliyor, ağır bir uyku beni içine çekiyordu.
Ev sahibine bir şey de diyemiyordum.
Bir müddet daha geçti; yine bir hareket yoktu.
Evin büyüğü olan Hacıanneye sıkılarak:
"Anneciğim, sizin buralarda kaçta yatılıyor?" dedim.
Hacıanne:
"Evlâdım treni bekliyoruz. Az sonra tren gelecek, onu bekliyoruz" dedi.
Merak ettim, tekrar sordum:
"Trenden sizin bir yakınınız mı inecek ?"
Hacıanne: "Hayır evlâdım, beklediğimiz trende bir tanıdığımız yok.
Ancak burası uzak bir yer.
Trenden buraların yabancısı birileri inebilir.
Bu saatte, yakınlarda, ışığı yanan bir ev bulmazsa, sokakta kalır.
Buraların yabancısı biri geldiğinde,
" ışığı yanan bir ev" bulsun diye bekliyoruz."
Konya Ovası'nda, ya da bir başka yerinde Türkiye'nin,
trenden inen yabancılar için
"ışığı yanan evler" yerinde hâlâ duruyor mudur?
Yabancılar, yorgun bedenlerini yün yataklarda
dinlendirmeye devam ediyorlar mı?
Aç bir köpeğin önüne bir kap yemek bırakan
kadınlar yaşıyorlar mı?
Kuşlara yuva yapan mimarlar sahi şimdi neredeler ?
Bu güzel insanlar, atlarına binip gitmişler.
Bizler, atlarına binip giden güzel insanlara sahip bir
medeniyetin yetimleriyiz.
Çekip gidenlerin doldurulmamış boşluklarında savrulup duran yoksullarız.
Şâir öyle diyordu:
"Güzel insanlar, güzel atlara binip gittiler."
Şimdi bu güzel insanlar, neden ve nasıl atlarına binip gittiler ?
Onları ne yıldırdı da bir daha dönmemek üzere,
sessiz sedasiz gittiler?
Ey güzel yurdumun güzel insanları! Neredesiniz?
(Prof. Dr. Saffet Solak'ın hâtırası)
 

Ekli dosyalar

  • 290229901_10160081029438166_1527486335032844797_n.jpg
    290229901_10160081029438166_1527486335032844797_n.jpg
    43.7 KB · Görüntüleme: 1
Herkesin kulağına küpe olması gereken , nasihatten de öte güzel tavsiyeler.....

1. Bir kişiyi telefonla iki defadan fazla aramayın. Çağrınızı yanıtlamazlarsa, ilgilenmeleri gereken önemli bir şeyler olduğunu varsayın.

2. Ödünç aldığınız parayı, diğer kişi size ödünç verdiğini hatırlamadan önce iade edin. Bu sizin dürüstlüğünüzü ve karakterinizi gösterir. Aynı şey para haricindeki diğer şeyler için de geçerlidir.

3. Birisi size öğle / akşam yemeği ısmarlarken asla menüdeki pahalı yemeği sipariş etmeyin. Mümkünse onların seçtikleri yiyecekleri sizin için de sipariş etmelerini isteyin.

4. Hiç kimseye "Ah, yani henüz evli değil misin?", "Çocuğun yok mu", "Neden bir ev almadın?" veya "neden bir araba almıyorsunuz?" gibi garip sorular sormayın. Bunlar sizin sorununuz değildir.

5. Arkanızdan gelen kişi için daima kapıyı açın. Erkek ya da kız, yaşlı ya da genç olması fark etmez. Toplum içinde birine iyi davranmak sizi küçültmez.

6. Bir arkadaşınız sizin için bir ödeme yaptıysa, bir dahaki sefere siz ödeme yapın.

7. Farklı görüşlere saygı gösterin. Unutmayın, birinin 6 gördüğü, size 9 görünebilir.

8. İnsanların konuşmasını asla bölmeyin. Konuşmalarına izin verin. Dediklerinin hepsini duyun ve hepsini filtreleyin.

9. Konuşurken gereksiz konulara girmeyin. Asıl konuyu anlaşılır şekilde anlatmaya çalışın.

10. Birisiyle dalga geçer ve onlar bundan hoşlanmazsa, durun ve bir daha asla yapmayın.

11. Biri size yardım ederken "teşekkür ederim" deyin.

12. Arkadaşlarınızı kamuoyunda övün. Baş başayken eleştirin.

13. Birinin kilosu hakkında yorum yapmak için hiçbir zaman bir neden yoktur.
"Harika görünüyorsun" demen yeterli. Kilo vermek hakkında konuşmak istiyorlarsa, zaten yapacaktır.

14. Biri size telefonunda bir fotoğraf gösterdiğinde sola veya sağa kaydırmayın. Sırada ne olduğunu asla bilemezsiniz.

15. Bir arkadaşınız size doktor randevusu olduğunu söylerse, bunun ne için olduğunu sormayın, "Umarım iyisindir" demeniz yeterlidir. Onları, size kişisel hastalıklarını söylemek zorunda kalma gibi rahatsız edici bir duruma sokmayın. Bilmenizi isterlerse, bunu zaten söylerler.

16. Temizlik görevlisine CEO ile aynı saygıyı gösterin. Altınızdaki birine ne kadar kaba davrandığınızdan kimse etkilenmez, ama insanlar onlara saygılı davranırsanız bunu fark edeceklerdir.

17. Bir kişi doğrudan sizinle konuşuyorsa, telefonunuza bakmak kabalıktır.

18. Sizden istenene kadar asla tavsiye vermeyin.

19. Kimseye gerek yokken yaşını ve maaşını sormayın.

20. Sokakta biriyle konuşuyorsanız güneş gözlüğünüzü çıkarın. Bu bir saygı göstergesidir. Göz teması konuşma kadar önemlidir.

21. Yoksulların ortasında asla zenginliğinizden bahsetmeyin. Benzer şekilde, çocuğu olmayanların yanında çocuklarınız hakkında konuşmayın.

22. İyi bir mesajı okuduktan sonra, "Mesaj için teşekkürler" demeye çalışın.

23. Cep telefonlarınız ile konuşurken, başkalarının sizi dinlemek zorunda kalmamasına dikkat edin.

24. Misyonerler gibi sürekli siyasi görüşünüzü tebliğ etmeyin.
 

Ekli dosyalar

  • 271161404_10159782531998166_449160839671676332_n.jpg
    271161404_10159782531998166_449160839671676332_n.jpg
    31 KB · Görüntüleme: 3
BİR BARDAK SÜT......
Howard, yoksul bir ailenin çocuğuydu ve okul giderlerini karşılamak için kapı kapı dolaşarak bir şeyler satmaya çalışıyordu.....
O gün, hiçbir şey satamamıştı ve karnı da çok açtı......
Bundan sonra çalacağı ilk kapıdan yiyecek bir şeyler istemeye karar verdi.....
Kapıyı açan sevimli genç bayanı görünce utandı.
Yiyecek bir şeyler yerine "affedersiniz, bir bardak su rica edebilir miyim?" diyebildi yalnızca.....
Genç bayan, çocuğun aç olabileceğini düşünerek kocaman bir bardak süt getirdi ona. Çocuk, sütü yavaş yavaş içine sindirerek içtikten sonra, "çok teşekkür ederim, borcum ne kadar?" diye sordu genç bayana.
Genç bayan, "borcunuz yok" diyerek, yüzünde sıcak bir gülümsemeyle devam etti;
"Annem, gösterdiğimiz şefkat ve nezaket karşılığı olarak asla bir bedel ödenmesini beklemememizi öğretti bize" dedi.
Çocuk "o halde çok teşekkürler, yürekten teşekkür ederim size" dedi.....
Howard Kelly, evin önünden ayrıldığı zaman kendisini yalnızca bedensel olarak değil, ruhsal olarak da güçlü hissediyordu. Yıllar sonra genç bayan çok ender rastlanan bir hastalığa yakalanmıştı. Yöredeki doktorlar çaresiz kalınca, hastalığı ile ilgili araştırmalar yapılması için onu büyük kente gönderdiler......
Dr. Howard Kelly, konsültasyon yapması için çağrıldığı hastanın hangi kasabadan geldiğini duyunca heyecanlandı. Artık genç olmasa da yıllar önce kendisine sevgiyle yaklaşan bayanı ilk gördüğü anda tanımıştı ve onun yaşamını kurtarmak için elinden geleni yaptı. Uzun süren tedaviden sonra bayan sağlığına kavuştu. Dr. Kelly, denetlemesi için önüne getirilen faturaya şöyle bir baktı ve üstüne bir şeyler yazarak zarfın içine koydu ve hasta bayanın odasına gönderdi.....
Kadın elleri titreyerek aldı zarfı eline. Açmaya korkuyordu... Hastane faturasını asla ödeyemeyeceğini ve geri kalan yaşamı boyunca bu faturayı ödemek için çalışacağını biliyordu.
Sonunda zarfı açtı ve faturaya iliştirilmiş bir not dikkatini çekti.....
Kâğıtta şunlar yazılıydı:
"Hastane giderlerinin tamamı
bir bardak süt karşılığı ödenmiştir.....
 

Ekli dosyalar

  • 208602836_10159442561503166_5610896605151533750_n.jpg
    208602836_10159442561503166_5610896605151533750_n.jpg
    24.1 KB · Görüntüleme: 1
1332 CİHADİYE...
(BİR YÜZÜK HİKAYESİ)
''Türk yetkilileri ordu depolarındaki İngiliz tüfeklerinin çelik namlularını kestirerek, üzerinde '1332 Cihadiye' yazılı yüzükler yaptırırlar. Bu yüzükler vatansever kadınlara yaptıkları hizmetin nişanesi olarak dağıtılır''.
Dünyada eşi ve benzeri yaşanmamış “tarihin” yazıldığı Çanakkale Savaş’ında gönüllü hemşirelik yapan “Türk Kadınları”na hediye edilen ve üzerinde “1332 Cihadiye” yazılı yüzüğün hikayesidir...
Çanakkale Savaşları'nda yaralanan Mehmetçiklere hizmet etmek için binlerce ev kadını hastanelere koşar. Savaş sonunda teklif edilen parayı kabul etmeyen kadınlar için depolardaki İngiliz tüfeklerinin namluları kesilerek 'Cihadiye' yüzükleri yaptırılır.
Çanakkale Savaşları'nda yaralanan binlerce asker, gemilerle İstanbul'a taşınıp hastanelere yerleştirilir. Ancak hastanelerdeki hasta bakıcı ve hemşireler gelen yaralılara yardımcı olmada yetersiz kalmaktadır. Ev kadınlarından yardım istenir. Vatan hizmetinde cepheye koşan erkeklerinden geride kalmak istemeyen binlerce kadın, gönüllü olarak hastanelerde görev alır.
Savaşın ardından kadınlara vefa borcunu ödemek için dönemin yöneticilerince para dağıtılması teklif edilir. Fakat kadınlar böyle bir teklifi kesinlikle kabul etmezler. Bunun üzerine Türk yetkilileri ordu depolarındaki İngiliz tüfeklerinin çelik namlularını kestirerek, üzerinde '1332 Cihadiye' yazılı yüzükler yaptırırlar. Bu yüzükler vatansever kadınlara yaptıkları hizmetin nişanesi olarak dağıtılır.
 

Ekli dosyalar

  • 161269805_10159201526533166_9066744239038923216_n.jpg
    161269805_10159201526533166_9066744239038923216_n.jpg
    176.7 KB · Görüntüleme: 2
"1400 lü yıllarda ki inanışa göre dişlerin içinde solucan bulunmaktaydı.
Tedavi yönetimi ise;
"Dişi ağrıyan kişinin ağzını mum dumanı ile doldurup solucanların çıkmasını beklemekti"
 

Ekli dosyalar

  • 93188435_10158300580983166_7913815226741424128_n.jpg
    93188435_10158300580983166_7913815226741424128_n.jpg
    38.6 KB · Görüntüleme: 2
İddiaya serçe parmakla girilmesi, bir Asya kültürüdür.
***
Serçe parmak günümüzün aksine en önemli uzuvdu.
***
(Serçe parmaksız kılıç tutamazsınız)
***
İddiayı kaybeden taraf serçe parmağını feda etmiş olurdu ve parmak kesilirdi.
 

Ekli dosyalar

  • 87385440_10158134218893166_6566983108430659584_n.jpg
    87385440_10158134218893166_6566983108430659584_n.jpg
    14.5 KB · Görüntüleme: 1
Viktorya döneminde bıyıklı erkekler için üretilmiş çay fincanı... (1837- 1901)
 

Ekli dosyalar

  • 70477787_10157685289498166_8779080596619001856_n.jpg
    70477787_10157685289498166_8779080596619001856_n.jpg
    26.2 KB · Görüntüleme: 4
.......Yanlış bildiğimiz atasözü ve deyimlere örnekler...
1. "Güzele bakmak sevaptır" değil, "Güzel bakmak sevaptır" biçimindedir.
2. "Azimle sıçan duvarı deler" değil, "Azimli sıçan duvarı deler" bçimindedir.
3. "Göz var nizam var" değil, "Göz var izan var." biçimindedir. (izan: anlayış, anlama yeteneği. nizam: düzen, kural)
4. "Eşek hoşaftan ne anlar" değil, "Eşek hoş laftan ne anlar" biçimindedir.
5. "Aptala malum olurmuş" değil, "Abdala malum olurmuş" biçimindedir. (aptal: alık. abdal: derviş)
6. "Kısa kes aydın havası olsun" değil, "Kısa kes aydın abası olsun" biçimindedir. (aba bir giysidir ve Aydın efesinin abası kısa ve dizleri açıktır.)
7. "Su uyur düşman uyumaz" değil, "Sü uyur düşman uyumaz" biçmindedir. (sü: asker)
8. "Saatler olsun" değil, "Sıhhatler olsun" biçimindedir. (sıhhat: sağlık)
9. "Su küçüğün söz büyüğün" değil, "Sus küçüğün söz büyüğün" biçimindedir.
10. "Elinin körü" değil, "ölünün kûru" biçimindedir. (kûr: mezar, gömüt)
11. "Sıfırı tüketmek" değil, "zafiri tuketmek" biçimindedir. (zafir: soluk)
12. "Eni konu" değil, "önü sonu" biçimindedir.
 

Ekli dosyalar

  • 68349846_10157591978713166_8482064499791101952_n.jpg
    68349846_10157591978713166_8482064499791101952_n.jpg
    32.9 KB · Görüntüleme: 1
Valla abi ben 5 memur ile birden çalışıyorum ve neyin ne olduğunun da, kimin neyi nasıl yaptığının da gayet farkındayım ama ülkemizde şunu anladık ki eskiden arsızın korkması gerekirken şimdi haklının susması gereken dönemdeyiz o nedenle kimse sesini çıkartmıyor.

Şu kadarını söyleyeyim. Bir memur, Devletten aldığı maaş karşılığında Anayasa madde 50 ve 128 hükümlerine istinaden haftada 5 gün 8.30/17.30 mesai yapması gerekir diye düşünelim. haftada 40 saatten ayda 160 saat çalışması gereken bu memur arkadaşımızın her gün değişik bahanelerle geç gelip erken gitmeleri 1 ay boyunca takip edilip hesaplanınca görüyoruz ki haftada 24 saat çalışıyor toplamda.

Yani haftanın 5 günü çalışıp alması gereken maaşı bu saatler hesaplandığında 3 gün çalışmış oluyor. Amiri biliyor mu? biliyor. Memuru biliyor mu? biliyor e o zaman bilin bakalım neden kimse sesini çıkartmıyor?

Mesela elektrik parasını kendileri ödemediği için hem klimaları hem kapıları aynı anda sürekli açık tutan meslek dalına ne denir? Memur denir.

Benim telefonumu bilenler, her toplantı günü mutlaka masamdan bir foto attığımı bilirler, ara sıra hikayelere de atıyorum, işte o fotoda görülen kapı ile benim arkamdaki 2 pencere sürekli açıktır mesela, aynı anda 18 lik on off Arçelik klima da 18 de çalışır ne yazık ki :)

Kış geldiğinde o klima ısıtmada aktif olmasına rağmen bazı memurların ayak diplerinde elektrikli sobalar bulunur örneğin :)

Yani efektif kullanım mantığı da genelde yoktur.

Haa ARSIZ faktörü burada farklı bir türde yne devreye girer zira vatandaş da artık ARSIZ olduğu için Memur dostlar da bıkmış durumda. Her gelen vatandaş mutlaka bir başka arsız bürokratın akrabası olduğu için o davranışlar, kibirli kibirli hareketler inanamazsınız neler görüyorum ben.

İçlerinde en rahat olanları benim zira Devlet Memuru da değilim, Vatandaş da değilim, gelip o hakaret eden, bağırıp çığıran cahil kesim ile muhatap olmama da gerek kalmıyor.

O memurlardan birisine mesela dosyası reddedilen bir malum kesim vatandaş sokak ortasında ''Hepiniz satılmışsınız'' diye bağırabiliyor. Mesaisi bitmiş, daireden çıkıp evine yürüyen Memur'a satılmış olduğunu bağıran vatandaşın dosyasını da ben gayet iyi biliyorum.

Kızının 3 ay önce satın aldığı makyaj malzemelerine kefil olan baba, ''Ben bilmeden kefil oldum bu borcu iptal edin'' diye talepte bulunuyor, reddedilince memurlar satılmış oluyor.

E bir daha düşünelim bakalım bu ARSIZLIK acaba nereden geliyor?

Yani bu işin amiri Memuru Vatandaşı kalmadı abi, toplumsal çürümenin tam da göbeğindeyiz.
 

Trend içerikler

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz.

Zevkine göre renk kombinasyonunu belirle

Tam ekran yada dar ekran

Temanızın gövde büyüklüğünü sevkiniz, ihtiyacınıza göre dar yada geniş olarak kulana bilirsiniz.

Izgara yada normal mod

Temanızda forum listeleme yapısını ızgara yapısında yada normal yapıda listemek için kullanabilirsiniz.

Forum arkaplan resimleri

Forum arkaplanlarına eklenmiş olan resimlerinin kontrolü senin elinde, resimleri aç/kapat

Sidebar blogunu kapat/aç

Forumun kalabalığında kurtulmak için sidebar (kenar çubuğunu) açıp/kapatarak gereksiz kalabalıklardan kurtula bilirsiniz.

Yapışkan sidebar kapat/aç

Yapışkan sidebar ile sidebar alanını daha hızlı ve verimli kullanabilirsiniz.

Radius aç/kapat

Blok köşelerinde bulunan kıvrımları kapat/aç bu şekilde tarzını yansıt.

Foruma hoş geldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Geri